17 Nisan 2010 Cumartesi

Umut Sarikaya'dan

"yoldan geçenleri izlerken 'ne kadar çok insan var' diye düşündüm. hepimiz bir yerlere gidiyoruz, birileriyle konuşuyoruz, çalışıyoruz, dinleniyoruz. ne kadar çoğuz. hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. hayallerimiz var. çok azımız uyguluyor hayallerini. uğraşıyoruz yine de. belli bir yaşa kadar birşey olmaya çalışıyoruz. olmayanlarımız çocuk yapıyor, kendi olamadıklarını onlar olsun istiyor. kafamızdaki olmak istediğimiz insan da farklı farklı. genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor yine birçoğumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istediği kişiyi olmamış biri olarak, başka bir olmamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan birbirinin ne kadar özel biri olduğunu hatırlatıp duruyor. aralarından biri hatırlatmayınca ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir zaman sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan sıkılmış çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine, anne babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız.. bu hayır diyemeyenler de büyüyüp çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor.. bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz."

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Yaklaşık 120 kilometre yürüdüğümüz tarihin içine yolculuğumuzu tamamladık. Şimdilik sadece birkaç fotoğraf ekliyorum, düşüncelerimi toparlayıp duygularımı tanımladığım zaman yolculuğun öyküsünü de paylaşacağım.

Esir düşmektense tarihte iki kez toplu intiharı tercih eden Xanthos halkının seslenişi;

Evlerimizi mezar yaptık
Mezarlarımızı ev
Yıkıldı evlerimiz
Yağmalandı mezarlarımız
Dağların doruğuna çıktık
Toprağın altına girdik
Suların altında kaldık
Gelip buldular bizi
Bozdular birliğimizi
Alt üst ettiler bizi
Yakıp yıktılar
Yağmaladılar bizi
Biz ki analarımızın
Kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna
Biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna
Toplu ölümleri yeğleyen
Bu toprağın insanları
Bir ateş bıraktık
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan..."


Sabahın erken saatlerinde "ölüdeniz"



Kabak Koyu


Xanthos, Lahit


Xanthos, Tiyatro
Aperlai


Aperlai


Aperlai
Kekova, su altı antik kenti

Kekova


Kekova, yürüyüş yolumuz ve Likya yolu tabelaları


Myra, Kabartmalar


Myra, Tapınak tipi kaya mezarları

Myra, Ev tipi kaya mezarları


Myra, Tiyatro

Myra, Kabartmalar

Mavikent - Gelidonya Feneri arası


Gelidonya Feneri


Olympos

Olympos

Olympos
Olympos
Olympos





20 Nisan 2009 Pazartesi

"İnsanca, pek insanca"

Güzelliğin ağır oku.
-En asil güzellik türü bizi
birdenbire çarpmaz, fırtınalı ve sarhoş
edici saldırılarda bulunmaz
(böyle bir güzellik kolayca nefret
uyandırır); tersine en asil güzellik,
neredeyse farkında olmaksızın
yanımızda taşıdığımız,
ağır ağır içe işleyen ve yine kimi zaman
bir rüyada karşılaştığımız, ama en
sonunda, uzunca bir süre yüreğimize
özenle yerleştirdikten sonra,
bize tamamen sahip olan ve
gözlerimizi yaşlarla, yüreklerimizi
tutkuyla dolduran türden bir güzelliktir.
-Güzelliği görünce ne için yanıp
tutuşuruz? Güzel olmak için: Güzellikle
birikmiş epeyce bir mutluluk/kısmet
olması gerektiğini tasavvur ederiz.
-Ama bu bir yanılgıdır.

Nietzsche'nin "insanca, pek insanca" adlı kitabının arka kapağından alıntı.(say yayınları çevirisi)

Bu arada belirtmeden geçmeyeyim; Şebnem Ferah'ın "Korkarak Yaşıyorsun" adlı şarkısının sözleri kendisine aittir. Nietzsche'nin böyle bir şiiri yoktur. İnternet ortamında Nietzsche şiiri olarak dolaşıyor ne zamandır.

Son olarak Nietzsche hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için;
http://www.ayrinti.net/nietzsche/

1 Mart 2009 Pazar

Bir parça "Tezer"

Tezer Özlü ile ilgili bir yazı hazırlıyorum. Bu akşamı onunla birlikte geçirdikten sonra burada da bir anlatısını paylaşmak istedim...

"...Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu, verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki... bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olamayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım."

17 Şubat 2009 Salı

"Dragonlance: Dragons Of Autumn"



Rezalet bir çizgi film. Evet ne yazık ki çizgi film diyorum çünkü Fantastik Edebiyat'ın en önemli serilerinden biri olan ve fantastik dünyanın en başarılı karakteri Raistlin Majere'yi içinde barındıran bir serinin filmi yerine çizgi filmi yapılıyor. İzleme gafletinde bulunduğum on dakikada hayal gücüm köreldi. Cidden. Milyonlarca okuyucusu olan bir kitap serisinin gişe garantisi varken hangi akla hizmet sinema filmi yapılmaz bilmiyorum. Belki serinin uzun olmasının bir etkisi olabilir ama böyle düşünüp insanlara hak vermeye çalışmayacağım çünkü sinirliyim ve sinirimin geçmesini hiç istemiyorum. Çizgi film nedir yahu? Dalga mı geçiyorsunuz bu kadar insanla? Yapmasaydınız keşke de belki bir gün yapılır diye ümit besleseydik...İzlemeyin efendim, izleyenlere mani olun!

14 Şubat 2009 Cumartesi

"FRINGE"

Verdiği yedi haftalık arayı fırsat bilerek Fox Tv’nin bu seneki bomba dizisi olan Fringe hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle belirteyim ki bilim kurgu severler için bulunmaz nitelikte bir dizi. Benim bir hayli renkli olan dizi dünyamda ilk sıralara yerleşti bile. Çünkü hem günlük hayatta sadece birer fantezi olarak bakılan olaylar gerçekleştiriliyor hem de bilimsel temeli anlatılıyor. Aslında "sadece birer fantezi" kelimelerini kullandım ama bunu şu an mevcut bilgi birikimimiz için söylüyorum. Yoksa dizi izlendiği zaman görüleceği gibi gerçekleştirilemeyecek olaylar değil, teorik altyapısı var.



Dizinin içeriğine genel hatlarıyla bakacak olursak sınır bilimi (fringe science) adı verilen bir kavramla karşılaşıyoruz. Bir alıntıyla açıklayayım. “Geleneksel olarak “sınır-bilim” tabiri, yerleşmiş bilimsel prensipte kendisine yer bulan fakat olağandışı ve acayip bilimsel model ve teori keşiflerini tanımlamakta kullanılır.” Fringe dizisindeki Fringe Science(Sınır Bilimi) kavramları ise görünmezlik, zihinsel kontrol, ışınlanma, genetik mutasyon, yeniden dirilme, ölüyle zihinsel olarak konuşma v.b. şeylerdir.


Lost’un dahi yapımcı JJ Abrams’ ın da imzasının bulunduğu dizi genel olarak Boston’da geçiyor. Genel hatlarıyla üç kişilik bir ekibimizi var. Ekibimizin FBI ajanı olan kadın üyesi, Anna Torv tarafından canlandırılan Olivia Dunham. Bir diğer üye John Noble'ın hayat verdiği, son 17 yılını akıl hastanesinde geçirmiş çatlak bilim adamı Walter Bishop. Son üye ise Walter Bishop’un oğlu Peter Bishop. Joshua Jackson'ın canlandırdığı Peter 190 iq derecesine sahip aylak bir adam.


İçeriğe gelecek olursak dizinin ilk dakikalarında fringe bilimin alanına giren alışılmadık bir olay meydana gelir. Bu olayın araştırılması ekibimize bırakılır. Çatlak bilim adamımız bu alışılmadık olay hakkında bir teori üretir. Ve hemen her zaman akıl hastanesine düşmeden önce kendi yaptığı çalışmaların devam ettirilmiş biçimiyle karşılaşır. Olivia Dunham olayın suçluları yakalama kısmıyla ilgilenir. Peter ise gerek babasına gerekse Olivia’ya yardım eder. Bazen Peter’ ın gayri resmi bağlantılarının da ekibe büyük faydası dokunur.


Dizinin eğlence unsuru da Walter Bishop ile tamamlanmaya çalışılıyor. Onun akıl hastanesinde geçirdiği uzun yıllar boyunca hasret kaldığı şeyler hakkındaki yorumları görülmeye değer. Örneğin influenza virüs mutasyonu hakkında aklına gelen iki fikirden birisi kek yemek olabiliyor.

Ekibin ciddi ve soğukkanlı ajanı Olivia Dunham’ı canladıran Anna Torv hakkında da birkaç şey söylemeden bitirmeyeyim. Çok güzel birisi olmamasına karşın inanılmaz derecede çekici buluyorum. 45 dakika boyunca sadece "it’s me" veya "Olivia Dunham" dese yeter. İnanılmaz karizmatik bir ses tonuna sahip. İmkan olsa da saatler süren telefon görüşmeleri yapabilsek :)